25 Aralık 2014 Perşembe

AH BE AH...




Eski zamanlar, eski aşklar, eski dostluklar derken, eski mekânlara kadar uzandık, yıl 1914’mü? belki de 1940 kışı, Orhan Veli geceden kalmış, pek muteber sevdiğinin hayalini kuruyor şimdi, Edip Cansever ağabeyimiz çok sevmiş Tomris Uyar’ı ama Turgut Uyar’ın ki aşkın söylenmemiş hali. Dert çok, sıkıntı, Nilgün intihar etti en temizi budur belki de, insanlar divane gibi boş boş dönüyorlar kendi çevrelerinde, “ne olacak ya hu ne olacak böyle?” homurdanan tanıdık bir ses yine. Gidip bir kahveye pineklemeli en iyisi, bütün dostlar oradadır şimdi, mesele yine aynı… Çayınızı karıştırırken Sait Faik ile göz göze geliyorsunuz. Kahvenizi yudumlarken Orhan Kemal önündeki kâğıda bir şeyler karalıyor. Kadeh tokuştururken Orhan Veli, Edip Cansever ile koyu bir sohbete dalıyor. Az ileride Cemal Süreya ile Can Yücel atışıyor. Dilerseniz daha gerilere gidelim. Mesela Yahya Kemal’in, Ahmet Hamdi’nin, Peyami Safa’nın bir köşeden çıkageldiği yıllara.
Ünlü şairlerin, yazarların kısaca edebiyatçıların uğrak yeri olmuş mekanlarda birlikte tur atalım, atalım ama bir de musiki koyalım pikapa değil mi?
 
Nisuaz-Pastanesi
Nisuaz Pastanesi

Sait Faik 14 Mart 1941′de Orhan Veli’ye mektubunda “Burada eski tas eski hamam. Cumartesi günleri Nisuaz’da üdeba toplanır. Kararlar verilir” diye bahsetti bu pastaneden.
Bugün Beyoğlu’nda Ayhan Işık Sokağı’nın girişindeki Garanti Bankası’nın yerinde bulunan Nisuaz, 1930-1950′ler boyunca edebiyatçıların uğrak yeriydi.
1967′deki yangından sonra yıkılan pastanenin müdavimleri Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Ayel, “Garip” akımının isim babası Cavit Yamaç, Sabahattin Kudret Aksal, Asaf Hâlet Çelebi, Abidin Dino, Arif Dino, Orhon Murat Arıburnu ve Sabahattin Ali gibi şair ve yazarlardı.
Niko Kiriçis’in pastanesi geniş ve yüksek vitriniyle adeta İstiklal ile iç içeydi. Çaylarını yudumlarken birbirlerine yazdıklarını okuyan edebiyatçılar, pek çok derginin yayın toplantısını da Nisuaz’da yaptı. Mesela Hilmi Ziya’nın “İnsan” ve Burhan Arpad’ın “İnanç” dergilerinin temelleri burada atıldı.

Küllük Kahvesi

Kulluk-Kahvesi
Şair Mehmet Sıtkı Akozan “Sanmayın avare bülbüller gibi güllükteyiz / Biz yanık bir kor gibi akşam sabah Küllük’teyiz” diye andı burayı. Beyazıt Cami’sinin ana yola bakan tarafındaki bu bahçeli kıraathane, 1950′lerde adeta bir ilim irfan yuvasıydı. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Fuat Köprülü, Ahmet Muhip Dıranas, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Reşat Nuri Güntekin ve Cahit Sıtkı Tarancı gibi isimler burayı sıkça ziyaret etti. Hatta Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın 10. Yıl Marşı’nı Küllük’te yazdığı rivayet edildi.
Mekânın sakinleri burayı o kadar benimsediler ki 1950′lerde yıkılan kahvede sadece çay, kahve, nargile içip sohbet etmekle yetinmediler. Bir de Eylül 1940′tan itibaren, adını yaşatmak için “Küllük” dergisini çıkardılar.

Baylan Pastanesi

Baylan-Pastanesi
“Garsonlar paramız olup olmadığını gözlerimizden anlar, eğer meteliğe kurşun atıyorsak, hiçbir şey söylemeden önümüze bir şişe maden suyu bırakırlardı. O maden suyuyla akşama kadar idare ederdik.” Ülkü Tamer böyle anlattı kup griyesi ve çikolatalı trüf pastası dillere destan Baylan’ı.
Pastane, 1923′te Loryan adıyla Beyoğlu’ndaki Ses Tiyatrosu’nun yanında, Luvr Apartmanı’nda açıldı. 1934′te yabancı kelimelerin kullanılması yasaklanınca “kusursuz” anlamına gelen bu ismi aldı.
Attila İlhan’ın sıklaşan ziyaretleriyle edebiyat çevrelerinde kısa sürede kendilerine “Baylancılar” diyen bir grup oluştu. Beyoğlu şubesi 1967′de kapanana kadar Behçet Necatigil, Cemal Süreya, Edip Cansever, Erdal Öz, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Peyami Safa, Sait Faik, Orhan Kemal, Salah Birsel, Onat Kutlar, Doğan Hızlan gibi pek çok ismi ağırladı.

Meserret Kahvesi

Meserret-Kahvesi
Salah Birsel “Kahveler” kitabında buradan “Meserret Kahvesi tüm İstanbul’un kahvesidir. Orada hiç değilse bir kez oturmamış edebiyatçı da gösterilemez” diye bahsetti.
Sirkeci’de Ankara ve Ebusuut caddelerinin köşesindeki kahve, yazarlarla gazetecilerin uğrak yeriydi. 1900′lerin başında açılan kahvenin gediklileri arasında Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sait Faik, Edip Cansever, Melih Cevdet Anday, Muzaffer Buyrukçu, Mehmet Rauf, Halit Ziya Uşaklıgil, Necip Fazıl gibi edebiyatçılar yer aldı.
Orhan Kemal birçok eserine burada başlarken kahveyi “Meserret Bâb-ı Ali’den ekmeğimi çıkarmaya çalışmanın başlangıç noktasıdır” diye andı.

İkbal Kahvesi

ikbal-kahvesi
Arkadaşı Nurer Uğurlu “Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi” kitabında ünlü yazarın hayatını anlattı. Oğlu Işık Öğütçü, Cihangir’de Orhan Kemal Müzesi’nin altına yıllar sonra aynı isimde bir yer açtı. Şimdi varın ünlü yazarın geçmişte Nuruosmaniye’deki bu kahveyle ilişkisini siz düşünün.
Bir dönem Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Haşim’in de uğrak yeri, Orhan Kemal ve arkadaşlarının taktığı adla “Kahvetül-ikbal”, 1960′ların sonlarında kapanana kadar sabah sohbetlerinin ev sahibiydi. Muzaffer Buyrukçu, Nurer Uğurlu ve Orhan Kemal bu buluşmaları, düğün ertesi damat sohbeti anlamına gelen “Sabahiye” diye adlandırırdı. Edip Cansever, Musa Anter, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Rıfat Ilgaz, Oktay Akbal, Behçet Necatigil ve Sennur Sezer de İkbal’in gediklilerindendi.

Kulis Bar

Kulis-Bar
Jorj Sütçüyan Beyoğlu’nda Atlas Pasajı’nda 1948′de açtı Kulis Bar’ı. Her sabah Çiçek Pasajı’ndan taze çiçeklerle süsledi. İçerisi büyük görünsün diye boydan boya aynalarla kapladı. Her daim uğrayan dostlarından biri gelmediğinde hasta mı diye meraklandı, aradı.
Atlas Sineması’ndaki galalarda, tiyatroların perde açmadığı pazartesi günlerinde en kalabalık zamanlarını gördü burası. Abdi İpekçi, Nadir Nadi gibi gazeteciler, Yaşar Kemal, Edip Cansever, Fethi Naci gibi edebiyatçılar, İzzet Günay, Fikret Hakan, Metin Erksan, Yılmaz Güney gibi sinemacılar müdavimlerindendi. Kadife kapısı tanıdıklara her daim açıkken, diğerleri “Burası kulüp” denilerek kibarca reddedilirdi. Mekân daha sonra Nişantaşı’na taşındıysa da eski havasını bulamadı ve kapandı.

Papirüs Bar     


papirus-bar
Papirüs ilk kez 1972′de Kulis Bar’ın garsonlarından Ertuğrul Bora tarafından Beyoğlu’nda Ses Sineması’nın üstünde açıldı. Burası 1977′de çıkan yangının ardından kapanınca, yeni Papirüs aynı yıl Ayhan Işık Sokak’ta Erman Han’da hizmet vermeye başladı.
Burası Yaşar Kemal, Cemal Süreya, Selim İleri gibi yazarların yanı sıra, sinemacıların ve tiyatrocuların da buluşma yeriydi. O kadar sevildi ki dekoru ve havasıyla İngiliz pub’larını andıran Papirüs’ün duvarları, zamanla müdavimlerinin getirdiği afişlerle doldu. Hatta bir dönemin ünlü dizisi Şehnaz Tango’da Muhsin’in (Erdal Özyağcılar) işlettiği mekan olarak TV’de bile boy gösterdi.

Lefter’in Meyhanesi

Lefterin-Meyhanesi
Nazlı Eray “Nevizade’de yarı karanlık Lefter’in Meyhanesi, beş parasız entelektüeller. Dipte çalan bir laterna, yanında garson Tanaş. Bu Tanaş herkesin derdini bilirdi, ona göre konuşurdu” diye andı burayı.
1950′lerde laternasıyla ünlenen meyhanede Kambur Panayot’un kolunu çevirdiği laternadan hep aynı şarkı, “Adalardan Bir Yar Gelir Bizlere” yükselirdi. Ama kimse şikâyetçi değildi. Çünkü burası öğleden sonraki pastane buluşmalarının ardından, edebiyatçıların akşam sofrasıydı.
Beyoğlu’nda bugünkü Nevizade’de Mavi Boncuk’un yerindeki meyhanede bir duble rakı, altı çeşit mezeyle sunulurdu.
Ülkü Tamer, Onat Kutlar, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Orhan Kemal, Sait Faik ve Özdemir Asaf, Lefter’in Meyhanesi’nin gediklilerindendi. Ülkü Tamer’in anlatımıyla Lefter 1964′te Ece Ayhan’a göre bando mızıkayla Yunanistan’a gönderilince mekân kapandı.

Lambo’nun Meyhanesi

Lambonun-Meyhanesi
40 kuşağının “Alaylılar Akademisi” diye nitelediği Lambo’nun Meyhanesi, Orhan Veli’nin Nevizade’deki keşfiydi. Hatta ünlü şair, büyük aşkı Nahit Fıratlı ile burada buluşurdu. Mekân o kadar küçüktü ki İlhan Berk burayı “Bir tramvay büyüklüğündedir” diye andı.
Leyla Erbil, Leyla Umar, Güner Kuban ve Mina Urgan gibi dönemin kadın edebiyatçılarının da sık sık uğradığı meyhane, veresiye defteri ile ünlüydü. Müdavimlerinin paraları çıkışmadığında Mösyö Lambo o deftere ya bir şiir, ya bir söz yazdırırdı.
Lambo, komünist olduğu gerekçesiyle meyhanesi kapatılınca ayakkabı dükkânı açtı ve onu çalıştırırken intihar etti. Sevenleri, bir devir böylece kapanırken onu hep tezgâhın arkasında Rus klasiklerini okurken hatırlayacaktı.

Hatay Restoran

hatay-meyhanesi-ii
1967′de Ali Demir’in Kadıköy’de açtığı Hatay Restoran, Cemal Süreya’nın öncülüğündeki edebiyat sohbetlerinin Anadolu Yakası’ndaki adresiydi. Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan, Salah Birsel, Adnan Özyalçıner, Sennur Sezer, Can Yücel ve Behzat Ay gibi isimler ciğeri ve humusu ile ünlü mekânın sık gelen konukları arasındaydı.
Süreya sayesinde restoranda anı defterleri tutulmaya başlanınca, burası tarihe defteri olan meyhane diye geçti. 1983′ten beri biriktirilen 11 ciltlik defterden seçmeler, şairin ölümünün 13. yılında “Hatay Meyhanesi Defterleri” adıyla kitaplaştırıldı.
Tomris Uyar ile Süreya’nın kadeh tokuşturduğu meyhanenin defterlerinde neler yoktu ki? Feyyaz Kayaca’nın şiirleri, Arif Damar’ın, Ece Ayhan’ın, Fethi Naci’nin notları… Aynı şanslı defterler Cemal Süreya’nın çizdiği ve “Sevgili, Edip!” ithaflı bir Edip Cansever resmini de gördü.

Degüstasyon

Degustasyon
Mekân, Orhan Veli’ye “Canan ki Degüstasyon’a gelmez / Balıkpazarı’na hiç gelmez” dizelerini yazdıracak kadar popülerdi. Ahmet Haşim’in burada sandalyesi olduğu rivayet edildi. 1920′de İtalyan Subayı Maurandi Çiçek Pasajı’nın girişinde, bugün Otantik’in olduğu yerde açtığı Degüstasyon’u üç yıl sonra Edmondo Morrigi’ye devretti.
Lokanta 1930-1960 yıllarında en parlak dönemini geçirdi. Yahya Kemal, Ercüment Ekrem Talu, Faruk Nafiz Çamlıbel, Tarık Buğra, Eşref Şefik ve Sait Faik’in sık sık uğradığı meyhane, yazın Çiçek Pasajı’na masa koyduğunda, bugün de süren bir geleneği başlattığından habersizdi. 1970′lere gelindiğinde kadrosu değişen ve eski havasını yitiren meyhane 10 Mayıs 1970′te Çiçek Pasajı çökünce diğer meyhanelerle birlikte kapandı. İsmi halen Balıkpazarı’ndaki bir meyhanede yaşıyor.

Cumhuriyet Meyhanesi

Cumhuriyet-Meyhanesi
Geçmişi 1800′lerin sonuna dayansa da, 1923′te o dönemki pek çok işletme gibi Cumhuriyet adını aldığı için, resmi kuruluş tarihi 1923 kabul edildi. 1940′larda işletmeye başlayan Koço Efanduli çizgisini ilk yıllardan itibaren korudu. Halen ilk açıldığı yerde, Beyoğlu Balıkpazarı’nda faaliyet gösteren meyhanede Mustafa Kemal Atatürk’ün de masası vardı.
Bu uzun soluklu mekân elbette devrinin önemli edebiyatçılarını da ağırladı. Sait Faik, Orhan Veli, Cahit Irgat, Cihat Burak gibi isimlerle anılan meyhane Atilla İlhan’ın da uğrak yeriydi. Hatta İlhan yıllar sonra Orhan Veli ile orada karşılaşmasını şu sözlerle andı: “Yağmur yağıyordu, rastladığımız ilk kitapçıdan Orhan Veli’nin (Kanık) yeni çıkmış kitabını almış, neş’e içinde, Balıkpazarı’na dalmıştık: ünlü Cumhuriyet Meyhanesi’ne gidiyoruz, çünkü pazar akşamıdır; öğrencilerin, en keyifli gecesi.”

Yeni Hayat Lokantası

yeni-hayat-lokantasi
Sahibi Kürt Mehmet’ten ötürü “Kürdün Meyhanesi” diye anılan Ankara Ulus’taki bu meyhane, dönemin aydınlarına ev sahipliği yapıyordu. Nurullah Ataç, Orhan Veli, Azra Erhat, Behice Boran, Çetin Altan, Cüneyt Arcayürek, Ceyhun Atuf Kansu, Fikret Mualla ve Fikret Otyam gibi pek çok ismi ağırlayan meyhaneyi, ressam Fahir Aksoy 1944-1960 yıllarını kapsayan anı kitabı “Kürdün Meyhanesi”nde anlattı.
1940′larda açılan meyhane, misafirlerinden ötürü sivil polislerin de uğrak yeriydi. Hatta kendini genç şairler gibi gösteren sivillerin o ağır masalara konuk olduğu ve durum yaşça büyükler tarafından anlaşılınca, en pahalı içkilerin ısmarlanıp hesabın sivillere ödetildiği rivayet edilirdi. 1950′lerden itibaren şehrin merkezi Ulus’tan Yenişehir’e doğru kayınca popülerliğini yitiren meyhane 1960′ların başında kapandı.

Üç Nal

uc-nal
Şinasi Baray, ailesinden kalma iki katlı eski evini düzenleyip 1946′da restorana çevirdi. Alt kat Baray’ın ailesinin yaşadığı dönemde ahır olarak kullanıldığı için de mekânın adını Üç Nal koydu. Ankara’nın Ulus semtinde Konak Sokakta yer alan meyhane, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Can Yücel gibi pek çok ismi ağırladı.
Burası kapağında üç nal çakılı şeref defteri ile de ünlüydü. Karikatürist Ratip Tahir Burak “İş dördüncü nalla, bir ata kaldı… Bir de meydana!..” satırlarını, bir karikatürle deftere ekleyince, Orhan Veli de dayanamayıp meyhanenin duvarına, “Üç Nal’a gelen, dörtnala gider” yazdı. Ünlü şair o zamanlar bir gece buradan çıkıp belediyenin açtığı çukura düştüğünde, ölüme dörtnala gideceğini elbette düşünmemişti.

Faydalanılan kaynaklar: yasamauğrası.com

5 Aralık 2014 Cuma

ARADA OLUR BÖYLE...

Herkesi, her şeyi nadaslamak istediğin bir dem vardır. Bir dem, her dem, hemdem…
Saksıdaki çiçeklerde,bahçendeki köpekte,ipteki çamaşırdadır gözün. Hava tahminlerinde kulağın…Oturup fiziki bir haritanın ortasına açıktan koyuya maviye bırakırsın kendini,coğrafya kesilirsin baştan ayağa.
Hep bir ayet inecek gibidir hissin,bakışın yukarılarda gezersin.
Dem o demdir ki karşılığını bekler…

Sessizdir çarşı pazar gezmelerin. Vitrin camlarında yansırsın. Saçların daha kirlidir artık eskisinden.Yanından akar caddeler,sen dönüp bakmazsın.

Acımaz etin,tırnak yorulur...

Çok daha fazla kitap alır ama okumaz biriktirirsin raflarda. Ne başı vardır ne de sonu okuduklarının, falanca sayfanın falanca bir cümlesinde kaybolur gidersin.
Koltukların altı,duvar köşeleri ,kapı kenarları örümcek ağı tutar; seyredersin. Bahaneleri tüketip geç kalmaları seversin. Bir türlü beceremezsin hafta sonu sevinçlerini. Uzanır kokuların yanı başına,uyuyup kalırsın. Arayana bakmadan açarsın artık telefonları, herkes aynıdır. Tozu alınmamış salon sehpalarına takılır gözün, sen kalkar bir fincan kahve yapar koklaya koklaya içersin.

Susmaz ezgin,kulak yorulur...

Özlersin dostları, özledikçe daha bir sıkı kapatırsın kapıları;yorgunsundur. Yürek sığmaz kafesine,mekansızlığa öykünür. Tutarsın bir sevincin ucundan sonunu bulamazsın.Düğüme keser hevesin. Uzadıkça uzarken duaların,unuttuğun sureler takılır ardına.

Hiçbir şeye yetişememenin ağırlığını taşır ayakların , sen renk renk ayakkabıların hayalini kurarsın. Yetmezmiş gibi bir de elin kolun dolanır o ayaklara, büsbütün artar yükün. Ne yapsan ne etsen de annesiz yaşamayı beceremezsin; ona döner tüm eşya,tüm tabiat..

Dönmez dilin,sözcük yorulur...

İnsan herkesi,her şeyi nadaslamak istediği dem , döner dolaşır tek bir dizeye yaslanır: "ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında "...

Yürek yorulur…


























18 Nisan 2013 Perşembe


TUTMAYI BİLEMEYENLER
YILDIZLARA HEP UZAK DEDİLER


SULARIN DERİNLİĞİNDEN, BATAKLARIN BİLİNMEZLİĞİNDEN, CANIN TADINDAN, ACININ RENGİNDEN SÖZ ETTİLER.

BİR MASAL ANLATTILAR , DİZLERİNDE TATLI DÜŞLERE YATIRIP.
PADİŞAHIN ÜÇ OĞLU  YA DA  ÜÇ KIZI  OLDU KAHRAMANLARIMIZ.

UYKULARIN DIŞINDA ADIMINI SERTLEŞTİRİRKEN GERÇEKLER, 
HEP GÖKTEN AĞZIMIZA DÜŞECEK  MASAL SONU ELMALARI BEKLEDİK.


GÖRMEYİ  BİLMEYENLER
GÜNEŞE TUZAK DEDİLER.


GÖLGELERE SIĞINIP, KARALAR GİYDİRDİLER.


HİÇ BİTMEDİLER,HİÇ BİTMEDİLER, HİÇ BİTMEDİLER,HİÇ.........


                                                                                                                                                      ( tuba)

Koparsa kıyamet  içte kopacak
Köprüler kurulacak sırat’a inat
         suretler geçecek


Kar etmeyecek diyar-ı kalbin sihri
Hüsn, kalacak kalesinde
  aşk, sühana kavuşacak


Bir kanatlık ürperecek ten,
Saçlarımdan şehirler kurulacak, 
         yıkılacak krallık

 koparsa kıyamet içte kopacak……                  
                  
                                                                                                                                      ( tuba)


5 Mayıs 2008 Pazartesi

GİTME(LER)

…”tırtılın kaderi,kelebek olmaktır.”


Şehrin orta yerinde, her şeyi silip süpüren katı bir yürekten başka hiçbir şeyin farkında olmamanın rahatlığı içinde hoyratça nefes alıp veren bir sonbahar heykeli görmüştüm. Dakikalarca baktım…
Yaşamak ne kadar da ağır basıyordu insanoğluna.Karşı koyamadığımız,çıkıp üzerine ezemediğimiz öncelikteydi yaşam , nefesin ucunda. O kadar sıradan,o kadar haktan ve bir o kadar şakadandır da görünürde, yakıcı bir akıntı gibi yükselir içimizde sinsice.Onun şakası yoktur. Onun ,meydanı kimseye bırakmaya niyeti yoktur. O, istediği zaman alır; siz, onun vermeyi istemesini beklersiniz.
Tarifi ince;ama kendi taş gibi soğuk bir güzellikle uzaklara bakan heykel gözleri,her sokağı,her köşe başı denize açılan şehrime kafa tutuyordu. Az sonra, meydana bir melek akını bekliyor gibi sinsice güldü heykel. Kocaman beyaz kanatların kucağında yükselişini hayal ettim onun. Nefes almaya ,görmeye, duymaya inat gitme özlemi sardı ikimizi de.
Oysa, kanım sıcacık akarken damarlarımda ,yüreğimde hep daha güzelin ateşi yanarken , özleyeceğim bunca insan varken, kaygılarım sonsuz,umutlarım tazeyken ben taş olmanın rahatlığını yaşayamazdım ki onun gibi.Ama istedim,tüm şehir istedi kaçıp gitmeleri.
Yaklaşan serinlikle hoyrat rahatlığına kavuşurken heykel, yine de yaşıyor olmanın ,birgün gidebilme şansı taşıyor olmanın hınzırlığına gizlendi.Son bir kez daha yukarılarda melek izleri aradım.Kalabalığın uğultusuna karıştım ; çok karıştım………
Beklenmedik anlarda,beklenmedik düşüncelerde buluverir insan kendini.Hayat hiç bitmeyecekmiş gibi koşuştururken,her şeyi daha çok zaman varmış gibi ertelerken bilmez ki çıkacağı yolculukların hazırlığını yaptığını.
Kendi kararı zannettiği her kararda kalabalıklara uyduğunu,onlarla yola düştüğünü bilmez ki insan.
Dönüp dolaşıp kancanın ucunu kendine geçireceğini ve her asılışta kendini çekeceğini bilmez ki…
“Gitme”yi ,“git-“ eyleminin tekil ikinci kişiye göre olumsuzlaştırılması değil de, eylemin kendi adı, kendi çağrısı olduğunu hiç düşünmez ki ……..

Gidin. Gitmelerden korkmayın.Dönüşü işaretli yol haritaları durdurmaz insanı durduğu yerde.(Siz yine de bekleyenlere pek güvenmeyin.)
Her dönüşte yeniden başlamaya gücünüzü toplayın. Gidin;ama asıl zor olanın,”gitmeler”oldu- duğunu bile bile yaşamakta direnmek olduğunu hatırlayın.
Mumdan heykeller yapın kendinize; taşlara inat olsun.Ara sıra değil, her zaman sıcak tutun duruşlarınızı.
Gitmelerinize ortak aramayın;her melek akınına kanmayın. Yola çıkış yerinizi unutmayın. Beklediğimiz güzellikleri yaratın. Soğuk sonbahar heykellerinin eline ve insafına bırakmayın
yaşamı ve kendinizi. Ölümden sonra yıkanıp ovulmanın yaşamın pisliğinden olduğunu düşünenlere inanmayın.
Bir şehrin meydanında kaybolmaktan korkar halde bulursanız kendinizi,sağa sola iyi bakın.Sizinle aynı şeyi seyreden birileri mutlaka olacaktır.

Gidin; gitmelerden korkmayın! Mevsimi geldi yolculuğun gecikmeyin.

29 Nisan 2008 Salı


inadımdı benim
sol telinde fa çalmak.
inadımdı
çıngıraklı bir yılana güfte yazmak

olmasaydı yalnızlık bu denli güzel
sözüm vardı benim söylenecek ,yüzlerinize
düğüm oldu tellerim
düğüm oldu yaşamak


                                                                                   (tuba)


KÜLLER TUTUŞMUYOR
ANKA’LAR YASTA
Zamanın birinde bir kral masallar anlatırmış çocuklarına.
Mışıl mışıl uyuyunca küçükler, başlarmış ağlamaya koca kral.
Bilirmiş ; büyüdükçe yetmeyecek masallar ; gecenin gözleri açıldıkça sığmayacak olduğu yere.
Ve hep hazır beklemiş küçüklerden biri tarafından öldürülmeye.

Savrulan dünyalara önayak olmanın ağırlığını taşıyamaz olunca konuşmaz da olmuş bizim kral. Uykular kaçmış ülkeden; küçükler,büyüklere karışmış.Dinlenen masallar tekrar tekrar anlatılır olmuş, elde avuçta yok umutlarla.

Kralın yerine başkaları konuşmaya başlamış.Yükseldikçe onların sesleri ,eski masallar bile ağlar olmuş. Ve kimse bilememiş kaç kere yandığını.
Kahkahası arttıkça karanlığın, kapılar kapanır perdeler iyiden iyiye çekilir olmuş. Hoyratlaşmış yeni anlatıcılar.Masalları kötülemişler , perileri kana boğup prensesleri pazar yerlerine düşürmüşler. Elmalar hepten zehre bulanmış, prenslerin ipi çekilmiş.
Yüz yıllık uykular boşa beklemiş masum öpücükleri ; aynalar güzeli çirkini karıştırır olmuş.

Herkes kralı aramış hesap için. İçlerinden biri ;”Yaralandık!” diyecek olmuş,susturmuşlar, ”Kapanır elbet her açılan ve durmayı bilir kanayan.” diyerek.
“Aldandık!” demiş bir başkası :”Düşlerimizi teslim ettik; sustu masallar ,sardı her yeri yedi başlı ejderhalar.”

Sunulmuş bir ülkede,sunulmuş hayatları yaşayanlar ve kötülerin masallarda aslında hiç yenilmediğini ,bir sonrakinde yeniden dirildiğini bilmeyenler cevap veremez olmuş bu kez.
Hangi iksirin nasıl olup da dem tuttuğunu düşünürlerken renklerden bile şüphe eder bulmuşlar kendilerini. Kralın ülkesi, teslimiyetten söz eder olmuş;her şey unutulmaya yüz tutmuş.

Gün geçmiş devran dönmüş, hakim anlatıcılar yeni uykulara yatırmış yeni küçükleri.
Büyüklere karışan eski küçükler hep susmuş,hiç uyuyamamış. Düşündükçe daha da uzaklaşmış uykular onlar için.
Uyanık kaldıkça korkmuşlar,değişmişler.Ne öncekilere ne sonrakilere benzemez olduklarını anlayıp kendilerine yeni ülkeler ,yeni krallar aramaya başlamışlar ; arada kalmışlar.

* *
*

Bir gün bir ses yükselmiş: ”Yanlış masaldayım ,imdat! Beni yeniden yazın!”

Buz gibi bir rüzgar alt üst etmiş meydanları, yüreğin yivi seti kalmamış kimsede.
Kral, büyüyen çocuklarından yeni bir masal dileyip açarken dilinin kilidini fark edememiş devrildiğini.

“Canım acıyor benim!” demiş eski küçüklerden biri.
“Canım acıyor benim hepinizin yerine , hepinizle birlikte.”

İşte o gün bu gündür, bir can acısı kalmış geriye hepimize. Ötemiz yok,olduğumuz kadarız. Kimsenin de zaten öteye geçmeye cesareti , gücü yok.
Büyükler açmış ağzını, toplamış alayını , elde tokmak beklerken “ Ama ben…….” diye cümle başı yapıp doğrulmaya dizlerimizin üstünde cüretimiz yok .

Boğazımızdan geçen her lokmayı hak edip etmediğimizi sorgularken yüzümüz yok bizim yeni masallara kahraman olmaya.
Kıramadığımız kilitleriyle yüklediğimiz kapılar omuzlarımızda hala. Gözlerimizin altı mayın döşeli ; her bir damla tehlike bize.


Devrik bir kralın , uykusunu yitirmiş küçükleriyiz biz.



                                                                                                            (tuba)